GİTTİKÇE ARTAN SAYIDA EKONOMİST VE YORUMCU DÜNYA EKONOMİSİNİN BİR VİRAJA GELDİĞİNİ, 2020 YILININ BİR KIRILMA NOKTASI OLABİLECEĞİNİ DÜŞÜNÜYOR. ABD İLE ÇİN ARASINDA YAŞANAN TİCARET SAVAŞI, MERKEZ BANKALARI TARAFINDAN YAPILAN FAİZ İNDİRİMLERİ, ARTAN PETROL FİYATLARI, EKONOMİLERDE BÜYÜMENİN YAVAŞLAMASI VE BREXIT SÜRECİ GİBİ PEK ÇOK NEDEN 2020’DE KÜRESEL DURGUNLUK VE EKONOMİK KRİZ FİTİLİNİ ATEŞLEYEBİLİR Mİ?
Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) Ekim ayında yayımladığı “Yavaşlayan Büyüme, İstikrarsız Toparlanma” başlıklı son Dünyanın Ekonomik Görünümü raporunda, 2020’ye dair çarpıcı beklentiler yer alıyor. 2011-2018 arasında yüzde 3,6 ortalama yıllık büyüme sağlamış olan küresel sistemin 2019’da yüzde 3,3 büyümesinin beklenmesi en çarpıcı veri olarak karşımıza çıkarken, bu beklenti çoğu ekonomiste göre küresel durgunluğun devam edeceği belki de güçleneceği endişelerini haklı çıkartıyor. IMF, son raporunda 2020 yılı için küresel büyüme tahminini yeniden 2017 seviyesine, yani yüzde 3,6’ya yükseltmiş olsa da halen devam eden talep daralması, bu beklentinin nasıl revize edileceği sorularını da beraberinde getiriyor.
Aslında küresel ekonomiye dair bir tahminde bulunmak için temelde dört ana ekonomiyi incelemek gerekli: ABD, Euro Bölgesi, Japonya ve Çin... Bu dört ekonomi, kabaca dünyanın özetini sundukları için, küresel ekonominin gidişatını anlayabilmek için bu dört ekonominin büyüme eğrilerini incelemek yararlı olabilir.
DÖRT BÜYÜK EKONOMİDE İŞLER YOLUNDA MI?
Ekonomist Dr. Mahfi Eğilmez, son dönemde medyaya yansıyan makalelerinde bu yöntemi izleyerek, küresel ekonomiye yön veren ülke ve bölgelerin ayrıntılı bir analizini bizlere sunuyor. Buna göre, 2019 yılında dünya ticaret hacmindeki yıllık büyümenin yüzde 3,4, 2020 yılında ise yüzde 3,9 dolayında olmasının beklendiğine işaret eden Eğilmez, 2011-2018 arasında yüzde 4 oranında büyümüş olan dünya ticaretinde, özellikle bu yılki ivme kaybına dikkat çekiyor ve “Önce kur savaşları ve ardından gelen ticaret savaşlarının dünya ticaret hacmi artışında böyle bir düşüş yaratması anormal bir durum olmasa gerek” değerlendirmesinde bulunuyor.
Bu çerçevede, ABD ekonomisini incelediğimizde bu yıl yüzde 1,8 ve 2020’de yüzde 1,7’lik bir büyüme öngörüsüyle karşılaşıyoruz. 2011-2018 döneminde yıllık ortalama yüzde 2,2 hızla büyüyen ABD ekonomisi, bu açıdan ciddi bir ivme kaybı içerisinde gözüküyor. Diğer yandan, bu beklentiler, FED’in niçin faiz artırımını terk edip faiz indirimine döndüğünü ve niçin parasal sıkılaştırmadan vazgeçip yeniden parasal gevşemeyi gündeme aldığını da net biçimde gösteriyor. 2019 ve 2020 yılları için Euro Bölgesine yönelik büyüme tahminleri ise sırasıyla yüzde 1,3 ve yüzde 1,5 olarak açıklanıyor. Bu oranların 2011-2018 arasında sağlanan yüzde 1,3’lük orandan pek farkı yok. Bu, Avrupa’nın gelecek yılda da toparlanamayacağını gösteriyor. Bu durumda Avrupa Merkez Bankası’nın parasal gevşemeye önümüzdeki yıllarda da devam edeceği açık olarak ortaya çıkıyor.
Diğer yandan, Japonya için öngörülen büyüme oranları 2019 için yüzde 1 ve 2020 için yüzde 0,5. Bu oranlar Japonya’nın durağan durumdan çıkamayacağını ortaya koyarken, yıllar önce mali gevşemeye ve ardından parasal gevşemeye geçen Japonya’nın halen parasal gevşemeye devam edeceğini de bize söylüyor. Ancak görüldüğü üzere, Japonya içerisinde bulunduğu durgunluktan çıkmakta epeyce zorlanıyor.
Uzunca bir süre çift haneli oranlarda büyümeyi başarmış olan Çin’e ilişkin tahminlerse 2019 yılı için yüzde 6,3 ve 2020 için yüzde 6,1 oranındaki büyüme beklentilerini yansıtıyor. 2024 yılına ilişkin tahmin ise yüzde 5,5. Bu, bize Çin’in de Japonya benzeri bir ivme kaybına devam edeceği izlenimi yaratıyor. Yıllar yılı küresel sistemin adeta lokomotifi olan Çin’in bu duruma düşmesi, önümüzdeki dönem için küresel sistemde sıkıntıların devam edeceğinin de işareti sayılabilir.
Diğer yandan, IMF’nin Türkiye için öngörüleri de parlak değil. IMF’nin Türkiye’nin 2019 yılı büyümesi için yüzde 0,25 olarak açıkladığı büyüme oranı, Yeni Ekonomi Programı’na göreyse yüzde 0,5 olarak telaffuz ediliyor. Yine 2020 yılı beklentisi IMF raporunda yüzde 3 iken, Yeni Ekonomi Programı, Türkiye’nin 2020 yılı büyüme beklentisini yüz- de 5 olarak ortaya koymuştu. Görüldüğü üzere, IMF’nin ve Yeni Ekonomi Programı’nın 2019 ve 2020 tahminleri arasında önemli farklar var. IMF’nin Türkiye konusunda iyimser olduğu tek alan, cari denge: IMF bu konuda 2019 ve 2020 için sırasıyla yüzde 0,4 ve yüzde 2,4’lük daralma beklentisindeyken, Yeni Ekonomi Programı 2019 için cari dengenin yüzde 0,1 artacağını, 2020’de ise yüzde 1,2 oranında daralarak kısmi iyileşme sağlanacağını öngörüyor.
GELİŞEN EKONOMİLER RİSK ALTINDA
Bununla birlikte, Ekonomist Dr. Mahfi Eğilmez, kişisel blogunda yayımladığı “Geldik Küresel Krizin Üçüncü Aşamasına” başlıklı makalesinde ise 2011’de yayımladığı bir başka makalesine atıfta bulunarak, 2020’de, 2008 krizinin üçüncü aşamasına geçilebileceğini ve bu geçişin gelişmekte olan ülkeler için parlak sonuçlar yaratmayacağı öngörüsünde bulunuyor. “Gelişmekte olan ülkeler, 2008 krizinde ABD ve AB’nin krize girmesinden bir ölçüde etkilenmiş olsalar da bugüne kadar krizi bir şekilde kendilerinden uzak tutmayı başardılar. Sanırım artık bu aşamada bu pek mümkün olmayacak...” diyerek devam eden Eğilmez, “Şu sıralarda içine girdiğimiz dönemde dünya büyümesinde ciddi bir düşüş yaşanması bekleniyor ve bunun etkisiyle bu tür ham maddelere olan talep düşüyor. Bu durum, bu tür ham maddeleri üretip satan ekonomilerin yavaş bir seyirle de olsa sıkıntı içine girebileceğini gösteriyor. Yükselen piyasa ekonomilerinin bazıları ise ham madde satıcısı değil. Bunlar tıpkı gelişmiş ekonomiler gibi sanayi ürünleri ya da gelişme yolundaki diğer ekonomiler gibi tarım ürünleri satarak döviz geliri elde ediyorlar. Bir bölümünde turizm gelirleri de ağırlıklı yer tutuyor. Türkiye, bu kategoride hem sanayi ürünleri ihraç eden hem de turizm gelirleri önemli miktarlara ulaşmış olan bir yükselen piyasa ekonomisi. IMF ve Dünya Bankası genel kurul toplantıları sırasındaki gelişmelere bakılırsa, gelişmiş ekonomiler henüz sorunun nasıl çözüleceği konusunda eylem birliği bir yana, düşünce birliği oluşturmaktan bile uzak görünüyorlar” değerlendirmesinde bulunuyor.
TİCARET SAVAŞLARI EKONOMİYİ TEHDİT EDİYOR
Aslına bakılırsa dünyanın içinde bulunduğu talep daralmasının baş aktörlerinden biri ABD-Çin arasında süren ticaret savaşları olarak da gösterilebilir. ABD Başkanı Trump’ın, kimi ekonomistlerce tam da beklendiği gibi ölçüsüz kararları, küresel ekonomide sorun yaratmayabilecek ABD-Çin ticaret savaşının tüm küresel sistemin etkilendiği bir forma büründürmüş durumda. ABD Başkanı Trump’ın yuanın düşük tutulmaması konusuna eğilme yerine Çin’e karşı yaygın engellemelere başvurması, küresel sistemde hızlı bir talep düşüşünü de beraberinde getirdi. Eğilmez, bu konuda, “Trump, bu adımları hızla atarken ABD’nin küresel krizden çıktığını düşündü. Oysa ABD’de işlerin iyiye gitmesi yeterli değildi. Avrupa ve Uzak Doğu’da işlerin kötüye gitmesi, dönüp dolaşıp ABD ekonomisini de vurabilirdi. Öyle de oldu. Trump, ticaret savaşlarıyla Çin’in daha da sıkıntıya girmesine yol açtı. ABD ile Çin arasındaki ticaret savaşının en üst noktaya çıktığı 2019’da ticaret hacmi hızla düştü ve ekonomik bü- yümeyi de peşinden sürükledi” diyor.
KELEBEK ETKİSİ NE KADAR GÜÇLÜ OLACAK?
Görülen o ki, Çin’in büyümesinde yaşanan yavaşlama Çin ile sınırlı kalamayacak. ABD’nin geçen yıla göre sıkıntılı görünümü, Avrupa’nın bir türlü toparlanamaması, Uzak Doğu’da yaşanan durgunluk işaretleri ve gelişme yolundaki ekonomilerin de bu gelişmelere ayak uydurarak yavaşlaması, küresel krizi yeni bir aşamaya sürükleyebilir. Bilindiği üzere ABD ve Avrupa, küresel ekonominin yaklaşık beşte ikisi büyüklüğünü oluşturuyor. 2008 yılında iki ekonomik sistemin aynı anda değil de peşi sırayla krize girmeleri, krizin büyüklüğünün küresel sistemde çok daha büyük bir depreme yol açmasını engellemişti. ABD toparlanmaya geçtiğinde Avrupa krizi başlamış, dolayısıyla küresel sistemde etkiler beşte bir ile sınırlı kalmıştı. Buna karşılık gelişme yolundaki ekonomiler küresel ekonomide sistemin yarısı dolayında bir ağırlığa sahip bulunuyor. Dolayısıyla burada yaşanacak bir kriz, ABD ve Avrupa’nın yaratabileceği krizin toplamından çok daha ağır hasarlar yaratabilir ve bu çapta bir kriz dönüp yeniden ABD ve Avrupa krizi yaratarak kriz döngüsünü yeniden başlatabilir.
KRİZ KÂHİNİ DE 2020’YE İŞARET EDİYOR
ABD’li ünlü ekonomist Nouriel Roubini de 2020’de kriz bekleyenlerden... Kriz Kâhini olarak da anılan New York Üniversitesi Ekonomi Profesörü Roubini, geçtiğimiz Haziran ayında Project Syndicate’te yayımlanan
bir makalesinde, 2018’de sözünü ettiği 10 potansiyel risk başlığından sadece birinin elendiğini söyleyerek, “Dokuz risk hâlâ sürüyor ve eskisinden de daha tehlikeli hale geliyorlar” uyarısında bulunmuştu. Gelişmiş ekonomilerin yeni bir sıkıntılı dönem ve finansal kriz karşısında yeterli parasal ve mali politikaları olmadığını vurgulayan Roubini, risklerin çoğunun ABD ile ilişkili olduğunu da belirterek, Çin ile devam eden ticaret savaşları, yabancı doğrudan yatırım ve teknoloji transferlerinin küresel tedarik zinciri üzerinde önemli etkiler oluşturabileceği ve stagflasyon tehdidini arttırdığını söylüyordu. ABD’de büyümenin yavaşlama riskinin de daha belirgin hale geldiğini ifade eden Roubini, ABD’nin yanı sıra Çin ve bazı gelişen ülkelerin borçlarının endişe kaynağı olduğunu, Avrupa’da ise ekonomik, politik, finansal ve siyasi risklerin güçlendiğinin altını çizmişti. Roubini’nin makalesindeki bir başka dikkat çekici cümle ise “Trump, dış politikada örneğin İran ile bir dış kriz yaratabilir. Bu da petrol şokunu tetikleyebilir” ifadesiydi.
2020’de küresel durgunluğu tetikleyecek riskler arasında ABD-Çin ticaret ve teknoloji savaşını gösteren Roubini, burada tansiyonun her an artabileceğini ve bu durumda dünyanın küresel kriz eşiğine gelebileceğini de kaydediyor: “Şu anki gelişmelerde hâlihazırda iş, tüketici güveni, yatırımcı güvenini zedeliyor ve gerilimin daha fazla tırmanması dünyayı durgunluğa sürükler. Özel ve kamu borçlarının ölçeğine de bakılırsa, yeni bir finansal kriz olabilir” diyor.
Bilindiği üzere ABD’de güçlenen Trump karşıtları da önümüzdeki yıl Kasım ayında yapılacak seçimler öncesinde ABD Başkanı Trump’ın öngörülemez ekonomik-politik tavırlarının küresel sistemde önemli sonuçlar doğurabileceği tezini sıklıkla dile getiriyor.
DURGUNLUK İHTİMALİ GERÇEKTEN GÜÇLÜ MÜ?
Öte yandan, geçtiğimiz Ekim ayında BBC Türkçe’de “2020’de yeni bir durgunluk ihtimali tahminleri ne kadar gerçekçi?” başlıklı makalesinde ekonomist Ergin Yıldızoğlu, “Bu beklentilerin arkasında biri seküler, diğeri en azından şimdilik ideolojik iki gelişme var. Birincisi; 2007 mali krizi ve ‘büyük durgunluk’ dünya ekonomisini ve siyasi dengeleri, hatta kültürel ortamı şiddetle sarsmıştı. Bu sarsıntıların yankıları, krizin anıları, ‘büyük durgunluğu’ izleyen, düşük oktanlı da olsa, uzun büyüme döneminde giderek sönmüştü. Bu döne- min artık sonuna geliniyor, ufukta yeni bir durgunluk, buna bağlı bir finansal krizin olasılığı beliriyor. ABD ve Çin arasındaki ‘ticaret savaşı’, Brexit, Hong Kong krizleri bu olasılığı daha da güçlendiriyor. İkincisi, öncelikle ABD olmak üzere küresel çok uluslu şirketlerin yönetimlerinin zirvelerinde, Financial Times’tan Janan Ganesh’in deyimiyle ‘Bilderberg sınıflarında’, adeta telaşlı bir ‘sür- dürülebilir kapitalizm’ arayışı var. ‘Büyük durgunluk’ yerini düşük de olsa büyümeye bırakırken, genel bir rahatlama havası içinde kimi yorumcular, ‘sağ popülist’ akımlardaki yükselişe bakarak, ‘liberal düzenin bir finansal krizlik canı kaldı’ diyerek uyarıda bulunuyordu. İş çevrelerinin dergisi Fortune’un CEO’su Alan Murray yakın zamandaki bir yorumunda bu ‘Bilderberg sınıfları’ için ‘durgunlukta patlak verebilecek devrimlere, kitlelerin baltalarını bileyip, hesap sormaya kalkmasına’ ilişkin bir korkudan söz ediyordu. New York Times’ta Farhaad Manjoo’nun yorumunun başlığı da ‘Genel Müdürler durgunluktan korkmalı; devrim getirebilir’ diyordu. Belli ki önümüzde çok kritik bir, iki yıl var” değerlendirmesinde bulunmuştu.
Yıldızoğlu’na göre, giderek güçlenen kriz beklentilerinin arkasında yalnızca 10 yıldır yaşanan düşük büyüme döneminin sonuna gelinmiş olmasına ilişkin kaygılar yer almıyor. Bu 10 yılda, küresel borç hacminin 140 trilyon dolardan 240 trilyon dolara, dünya toplam hasılasının üç katına, yükselen piyasalarda da finans dışı özel sektör borcunun bu ülkelerin toplam hasılalarının yüzde 105’ine ulaşmış olması bir kırılma olasılığını arttırıyor. 2018’den miras kalan bu beklentilerin 2019 ortasına kadar gözden kaybolduğuna; ancak geçtiğimiz Ağustos ayında ABD ile Çin arasındaki ticaret savaşının sertleşmesi, ABD’de ve kimi Avrupa ülkelerinde bono faizlerinin uzun dönemli verimliliklerinin negatif alana geçmesi, ABD’de Dow Jones sanayi endeksinin 15 Ağustos’ta, bir günde 800 puan sert bir düşüşle sarsılmasıyla yeniden canlandığına dikkat çeken Yıldızoğlu, “Standard&Poors 15 Ağustos’ta yayımladığı raporda gelecek 12 ay içinde ABD’de bir durgunluk olasılığını yüzde 35 olarak öngörüyordu. J.P. Morgan’a göre bu olasılık yüzde 40. 140 milyar dolarlık fonu yöneten DoubleLine Yatırım Bankası’nın Genel Müdürü Jeffrey Gundalch ise bu olasılığı yüzde 75 düzeyinde tahmin ediyor. ABD’de son imalat sanayisi verileri sektörel bir daralmaya işaret ediyor. Zayıf istihdam verileri ve FED’in faiz indirme hazırlığı da durgunluk olasılığının ciddiye alındığını gösteriyor. Almanya durgunluğa girdi. AB çapında büyüme hızının 2019’da yüzde 1,8’den 2020’de yüzde 1,2’ye gerilemesi bekleniyor. ABD
ve AB’de en büyük 12 yatırım bankasının gelirlerinin bu yılın ilk altı ayında önceki yılın ilk altı ayına göre, son 13 yılda ilk kez yüzde 11 gerilemesi durgunluk ve finansal kriz olasılıklarının güçlenmekte olduğunu gösteriyor. Gerçekten de Schoereder Yatırım Bankası’nın Baş Ekonomisti ve Stratejisti Keith Wade’in küresel ekonomi büyüme hızını bu yıl için yüzde 2,6, gelecek yıl için yüzde 2,4 olarak hesaplaması, küresel ekonomide durgunluk sınırı olan yüzde 2,5 büyüme hızının gelecek 12 ay içinde geçilebileceğini düşündürüyor. Bu resme ticaret savaşlarını, Brexit ile gelecek sarsıntıları ve diğer jeopolitik kaza olasılıklarını eklediğimizde, bir küresel finansal kriz riskinin giderek arttığını söyleyebiliriz” diyordu.
ÇANLAR KİMİN İÇİN ÇALIYOR?
Bloomberg HT ekonomisti Cüneyt Başaran ise yine Ekim ayında yayımlanan “2020 zor bir yıl olacak...” başlıklı makalesinde, küresel ekonomide işlerin neden yolunda gitmediği sorusuna odaklanırken, “Dünya Ticaret Örgütü’nün rakamlarına göre, küresel ticaret 2017 ve 2018’de sırasıyla yüzde 4,6 ve yüzde 3 artmış. DTÖ’nun 2019 için Nisan ayında yaptığı beklenti yüzde 2,6. Ancak DTÖ’ye göre işlerin son 4-5 ayda bu kadar sarpa sarmasının en büyük sebebi ABD-Çin ticaret savaşlarının ithalat vergileriyle devreye girmesi ve iki ülkenin de geri adım atmadan gerginliği sürdürmesi (Bu veri, DTÖ verilerine göre küresel ticaretin bu yılın son çeyreğindeki 4,2 trilyon dolar beklentisiyle 2017’deki 4,1 trilyon dolarlık ilk çeyrek rakamlarına kadar gerilemiş olmasıyla da örtüşüyor). Derecelendirme Kurumu Fitch’in küresel ekonomiler- deki soğuma ile ilgili görüşü de şöyle; ‘Ticaret savaşlarının küresel ekonomiyi en son bu kadar ciddi etkilediğini 1930’lardaki büyük kriz öncesinde görmüştük!’ Ticaret savaşları görünürde Çin ve ABD arasında ama dolaylı etkileri her yerde! Alman otomobil yedek parça satıcısı Continental 20 bin kişiyi işten çıkardı. Japon otomobil firması Honda’nın Eylül ayı ABD otomobil satışları beklenenin yüzde 15 altında geldi. Alman otomotiv devi Daimler Benz, ABD ve Çin’deki otomobil satışlarının düşmesi sonucu, 2019 ikinci çeyreğinde 1,6 milyar dolar zarar açıkladı. Güney Kore’nin teknoloji devi Samsung, düşen talep sebebiyle Çin’de iki fabrikasını kapattığını açıkladı. Kısaca ABD-Çin arasında devam eden ancak ateşi bütün dün- yayı yakan ticaret savaşları, 2019’a damgasını vurduğu gibi 2020 küresel ekonomi tahminlerini de negatif olarak etkilemeye başladı” değerlendirmesinde bulunmuştu.
ŞARTLAR KOLAY OLMAYACAK AMA UMUT HÂLÂ VAR!
Özetle, ekonomistler 2020 yılının küresel sistemde ekonomik sıkıntıların devam ettiği bir yıl olacağı öngörüsünde bulunurken, bu sıkıntıların büyüyüp büyümeyeceği ve yeniden bir krize dönüşüp dönüşmeyeceğinin ABD’nin dünyaya karşı tavrına yakından bağlı olacağına dikkat çekiyor. Özellikle ticaret savaşlarının 2020’ye damgasını vuracağı öngörüsünde birleşen ekonomistler, bu savaşın devam edip tüm küresel sisteme yayılmasının beklenebilecek en kötü sonuç olacağını söylüyor. Benzer şekilde, 2020 yılı Türkiye açısından da kolay bir yıl olmayacak. Türkiye açısından sorunların, risklerin ne şekilde çözüleceğine bağlı olduğunu ifade eden ekonomistler, CDS primi açısından dünyanın en riskli beş ekonomisinden birisi konumunda bulunmamız ve yapısal reformlara başlamayı da göze alamamamızın Türkiye’nin önündeki sorun başlıklarını güçlendirebileceği uyarısında bulunuyor.
Son sözü, yine Dr. Mahfi Eğilmez’e bırakalım. Eğilmez, kişisel blogunda Kasım ayı başında yayımladığı “Krizden Çıkışın Anahtarı” başlıklı makalesinde şöyle diyor: “Bir ekonomide özellikle hem yüksek enflasyon hem de durgunluk (ya da küçülme) söz konusuysa hem enflasyonu düşürmek hem de büyümeyi yükseltmek gerekecek demektir. Bu birbiriyle çelişen iki hedefe birlikte ulaşabilmenin tek yolu, beklentileri olumlu yönde değiştirmekten geçer. İnsanların gelecek hakkında olumsuz beklentiler içinde olmaları yatırım yapmalarını, çalışmalarını, üretmelerini gelecekle ilgili her türlü kararlarını olumsuz etkiler. Bu beklentileri olumlu hale getirmeden birbiriyle çelişen makroekonomik hedefleri birlikte çözmek mümkün değildir. Japonya bunun tipik bir örneğidir: 30 yıldır durgunluk yaşayan Japonya, maliye politikasını da para politikasını gevşetmiş olmasına karşın olumlu sonuç alamadı. Çünkü insanların geleceğe ilişkin olumsuz beklentileri değişmedi. Beklentileri olumlu hale getirebilmenin yolu, insanlara gelecekte neler olacağını bütün ayrıntılarıyla anlatan programlar açıklamaktan geçiyor. Bu programlarda belirli bir hedef yılı koyulması ve oradan bugüne doğru geri gelinerek her yıl, her ay, hatta her hafta neler yapılacağının ayrıntılı olarak belirtilmesi şart görünüyor. Hatta bu bile yeterli değil, programın inandırıcı olabilmesi için edilen eylemlerin bazılarının program yürürlüğe girmeden önce başlatılması gerekiyor.”