İLERİ DÜZEYDE ÖĞRENME VE SOYUT AKIL YÜRÜTME GEREKTİREN TIP, BİLGİSAYAR MÜHENDİSLİĞİ GİBİ ALANLARDA GENEL ZEKÂNIN YÜKSEK OLMASININ BAŞARININ BİR ANAHTARI OLDUĞUNU SÖYLEMEK MÜMKÜN. ANCAK MESELEYİ “BÜTÜNCÜL ENTELEKTÜEL KAPASİTE” OLARAK ALIRSANIZ, BU DURUMDA GENEL ZEKÂNIN TEK BAŞINA YETERLİ OLMADIĞINI SÖYLEYEBİLİRİZ.
İnsanın kafasının şeklinden onun karakterini, kişiliğini ve suça yatkınlığını belirleme iddiasında olan Frenoloji’nin revaçta olduğu 19’uncu yüzyılda, Alfred Binet ve Theodore Simon, Fransız Cumhuriyeti’nin uygulamaya koyduğu ve 6-13 yaş arasındaki tüm çocuklar için zorunu eğitim politikasının karşı karşıya kaldığı sorunu çözmek üzere bir test üzerinde çalışmaya başladılar. Fransız Milli Eğitim Bakanlığı, zorunlu eğitimin tüm çocuklarda aynı etkiyi doğurmadığını görünce bu iki psikolog, öğretmenlerin çocuklardaki zihinsel gelişimi ölçmelerine yardımcı olacak bir test geliştirdi. Amaç, bu test sonucuna göre çocukların gerekiyorsa farklı eğitimlere tabii tutulmasıydı ama testin yaratıcıları bile, mevcut durumda uygulanan bir test sonucunda alınan puana göre çocukların sınıflandırılmasının hatalı olacağı görüşündeydi. Ancak bu test “genel zekâ” çalışmaları için çoktan bir başlangıç noktası olmuştu bile. ABD’li psikolog Lewis Terman, Alfred Binet’in testinin İngilizce versiyonunu yeni sorular ekleyerek geliştirdi. Öyle ki bu test Birinci Dünya Savaşı’nda ABD ordusundaki 1,7 milyon askerin değerlendirilmesinde kullanıldı. Test sonuçları yüksek çıkanlar subay eğitimine gönderilirken, düşük puanlıların orduyla ilişiği ya kesildi ya da daha alt taburlara gönderildiler.
1920’lerde Kaliforniya’nın en zeki öğrencilerinin tespitinde kullanılan test ise o derece etkili olmuştu ki bugün ABD’de üniversiteye girişte kullanılan SAT, GRE gibi testlerde halen Lewis Terman’ın testinin etkisi görülmeye devam ediyor.Bu testlerin hepsinde daha iyi muhakeme ve karar vermenin zekâ ile temsil edildiği, hızlı düşünüp hızlı karar veren insanların başarılı olduğu varsayımı vardır. İleri düzeyde öğrenme ve soyut akıl yürütme gerektiren tıp, bilgisayar mühendisliği gibi alanlarda genel zekânın yüksek olmasının başarının bir anahtarı olduğunu söylemek mümkün. Ancak meseleyi “bütüncül entelektüel kapasite” olarak alırsanız, bu durumda genel zekânın tek başına yeterli olmadığını söyleyebiliriz. Hukukçular, muhasebeciler ve mühendislerle yapılan çalışmada ortalama IQ düzeyi 125 çıkmaktadır. 95-157 arasında puan alan bu meslek gruplarındaki çalışanların mesleklerindeki performans farklarının yalnızca yüzde 29’unu IQ puanı açıklayabiliyor. Demek ki performansın halen genel zekâ ile açıklanamayan çok ciddi kısmı mevcut. Son 40 yılda konuya ilişkin çalışmalar o kadar genişledi ki meselenin genel zekâ ile sınırlı bir bakış açısının çok ötesine geçtiğini gördük. 1980’lerde Howard Gardner’in geliştirdiği “çoklu zekâ” teorisi, sporda başarı sağlayan “bedensel zekâ”, ilişkilerde başarıyı getiren “sosyal zekâ” gibi farklı zekâ türlerinden bahsetti. Sekiz ayrı kategoriden bahseden bu teorinin çok geniş olduğunu dile getiren eleştirilerin ardından Cornell Üniversitesi’nden Robert Sternberg; “pratik”, “analitik” ve “yaratıcı zekâ” şeklinde üçlü bir ayrımı ortaya koydu. Sternberg’in teorisinde zekâ tanımı “Bir insanın kendi sosyokültürel ortamında, kendi standartlarına göre yaşamında başarı elde etme yeteneği” olarak açıklanır. Bu ayrımda analitik zekâ Alfred Binet ve Lewis Terman’dan miras kalan zekâ türüyken, yaratıcı zekâ icat etme, hayal etmeyle bağlantılıdır. Pratik zekâ ise hayattaki problemlerin yeniden tanımlanması ve pragmatik yöntemlerle sorunun üstesinden gelinmesi yetisidir. Sternberg, ABD’deki çeşitli üniversitelerin öğrenci kabul departmanları ile standart SAT puanlarını pratik ve yaratıcı zekâ ile birleştiren alternatif bir sınav hazırladı. Bu sınav sonucunun, öğrencilerin ilk yıl sonunda ağırlıklı not ortalamasını, SAT puanına göre iki kat daha doğru açıklama gücüne sahip olduğu tespit edildi. Fortune 500 listesindeki firma çalışanları ve askeri sistemlerde yaptığı çalışmaların sonucu da umut verici görünüyor. Strenberg’in bahsettiği yaratıcı zekâya sahip olan bireyin hayatında ne derece başarılı olacağı, yani performans düzeyinin ne olacağı sorusu ise çok daha karmaşık bir sorudur. Buna en iyi cevaplardan birini veren Malcolm Gladwell, “Outliers” kitabının sonuç kısmında şöyle diyor: “Outliers’ta öğrendiğimiz her şey başarının öngörülebilir bir rota izlediğini söylüyor. Başarılı olanlar en parlak zekâya sahip olanlar değil. Eğer öyle olsaydı Chris Langan da Einstein’la aynı yerde olurdu. Başarı, sadece kendi adımıza aldığımız kararların ve gösterdiğimiz çabaların toplamı da değil.
Daha çok, bir armağan. Çizginin dışındakiler, kendilerine fırsat verilenler ve bu fırsatları değerlendirecekgüç ve soğukkanlılığa sahip olanlar. Ocak ayında doğan hokey ve futbol oyuncuları için bu, yıldızlar karmasına girebilmekti. Beatles için, Hamburg’du. Bill Gates için, şans doğru zamanda doğmuş olmak ve ortaokulda kendisine bir bilgisayar terminalinin sunulmuş olmasıydı. Joe Flom ve Watchtell, Lipton, Rosen ve Katz kurucuları birden fazla şansa sahipti. Doğru zamanda, doğru anne babadan, doğru etnik altyapıyla doğmuşlardı ki bütün bunlar onlara şirketlerin el değiştirmesiyle ilgili yasalarda, bu konu hukuk dünyasında çok gözde bir çalışma alanı olana kadar, 20 yıl boyunca bol bol pratik yapma olanağı sağlamıştı. Ve Kore Havayolları’nın en sonunda her şeyi düzeltmek için yaptığı şey, pilotlarına kültürel miraslarının getirdiği sınırlamalardan kurtulma fırsatı sunmaktı.” Malcolm Gladwell’in bahsettiği “kendisine fırsat verilenlerden” biri de Alman Albrecht Dürer’dir. Dürer, tarihteki en yenilikçi insanlardan biri olarak adı hatırlanırken, bunda yalnızca yaratıcı bir ruha sahip olması değil aynı zamanda zamanın önemini bilmesinin de etkisi vardır. Öyle ki İngiltere dışında suluboyayı ilk kullanan sanatçı olmasında, suluboyanın hazırlaması son derece kolay ve en kısa zaman diliminde bile eser hayata getirmeye uygun olmasının etkisi büyüktür. Dürer, 15’inci yüzyılda resim, ahşap baskı, gravür, ahşap oyma başta olmak üzere çok sayıda teknikte sanat eseri meydana getirmiştir. Dürer’in doğduğu şehir olan Nuremberg, Alman kitap basım sanayisinin önde gelen şehri olmakla kalmayıp uluslararası alanda da basım sanayinin merkeziydi. Babası kuyumcu olan Dürer, babasının dükkanında mücevher tasarımlarını görmüş, Almanya’nın önde gelen matbaacısı olan vaftiz babasından baskıyı öğrenmişti. İtalya’ya yaptığı seyahatlerde öğrendiği sanatsal bilgileri ve teknikleri Almanya’ya döndükten sonra kitap haline getirmiş, kendi sanat tarihi ansiklopedisini oluşturma yolundaki ilk adımını atmıştı. Gördüklerini ve öğrendiklerini bir yandan yazıya geçirip aynı zamanda elleriyle sanatını uygularken, boş zamanlarında yeni teknikler, araçlar, malzemeler geliştirmişti. Zanaatkâr olarak başladığı yaşamına o kadar çok eser sığdırmıştır ki, bugüne kadar kendisi ve eserleri hakkında açılan serginin sayısı düşünüldüğünde başka hiçbir sanatçıyla karşılaştırılamayacağı söylenmektedir. Dürer, matbaanın gelişmeye başladığı bir dönemde doğmakla kalmamış, Almanya’da matbaacılığın merkezi olan Nuremberg’de hayata gelmiş, ailesi vasıtasıyla tasarımla tanışmış, ailesinin ekonomik gücüyle İtalya’ya gitmiş... Tüm bu koşullar, Dürer’deki yaratıcı zekâ ile bir araya geldiğinde başarının ortaya çıkması kaçınılmazdı. Son olarak, Strenberg’in pratik zekâsı da başarı açısından kritik bir unsurdur. LinkedIn kurucu ortağı Reid Hoffman’ın “Anladım ki iş stratejisinin bir parçası da en basit, en kolay ve en değerli sorunu çözmekmiş.” sözleri pratik zekâya işaret etmektedir. “Yalın Startup” kitabının yazarı Eric Ries’ın “asgari uygun ürün” tanımı da pratik zekâ ürünüdür: “Bir ekibin, müşteriler hakkında en az çabayla en yüksek miktarda doğrulanmış bilgiyi toplamasını sağlayan yeni bir ürün versiyonu.”