Kökenleri oldukça geriye giden icatların etkisi hala devam ediyor. Bugün hayatımızın her noktasına etki eden bilgisayarların kökeni, aslen 17’nci yüzyıla kadar uzanıyor.
Kökenleri oldukça geriye giden icatların etkisi hala devam ediyor. Bugün hayatımızın her noktasına etki eden bilgisayarların kökeni, aslen 17’nci yüzyıla kadar uzanıyor. Tarihteki ilk bilgisayar mühendisi olarak kabul edilebilecek Alman mucit Gottfried Wilhelm Freiherr Baron von Leibniz 25 yaşına geldiğinde dört aritmetik işleminin dördünü de yapabilecek bir makine geliştirmek için kolları sıvadı; 1673’te bir görev için gittiği İngiltere’de makinesini Londra’daki Kraliyet Akademisi’ne sundu ve kabul edildi.
Hesap makinesi ile başlayan bu süreç, 1900’lerin ortasından itibaren hızlandı. Bilgisayar biliminin babası ve aynı zamanda yapay zekânın kurucusu olarak bilinen Alan Turing, İkinci Dünya Savaşından önce bilgisayarın kuramsal temelini ortaya atmıştı bile. 1950 yılında ise “hesaplama makineleri ve zekâ” başlıklı makalesiyle işin teorisini ortaya koyan Turing, bir makalesinde, matematiksel işlemler yapan bir insanı temsil eden gerekli nitelikleri tanımlıyor ve bu bağlantıyı o kadar basit bir şekilde gerçekleştiriyordu ki bugün hepimizin “algoritma” olarak düşündüğü kavramın tanımını ortaya koyuyordu.
Ne kadar karmaşık ve uzun olursa olsun, her hesap işleminin basit parçalara bölünebileceğini, insanın yaptıklarının da bu cinsten bir makine tarafından taklit edilebileceğini iddia eden ve evrensel bir makine tasarlayan Turing, bu makine ile sonsuz sayıda değişik iş yapmanın mümkün olduğunu keşfetmişti. O güne dek insanlar her bir makineyi tek bir iş için tasarlamıştı: Otomobiller ulaşım, buzdolapları soğutma, radyolar iletişim içindi. Oysa Turing, tek bir makine alıp ona birçok farklı makineyi taklit ettirebileceğimizi söylüyordu. İşte bu bahsedilen makine, bilgisayarlardı.
Alan Turing, bununla da yetinmedi ve “makineler düşünebilir mi?” sorusunu da sordu. Bilgisayarların tüm insani bilişsel faaliyetleri taklit edebileceğini gören Turing, insanların bilgisayarların düşündüğünü kabul etmekte zorlanacağını da öngörmüştü. Dikkat edin, tüm bu öngörülerin yapıldığı tarih henüz 1950 idi.
YAPAY ZEKÂ GÜNDELİK YAŞAMI DÖNÜŞTÜRÜYOR
Bugün sanayide, ticarette iş yapma şekillerini önemli ölçüde değiştirmeye başlayan bu teknolojilerin tamamının arkasındaki temel mantık, 1950’de Alan Turing tarafından ortaya koyuldu. 1955 yılında ise ABD’deki New Hampshire eyaletinde bir grup matematikçi kafa kafaya verip düşünen bilgisayarlar üretmek için nasıl bir hareket tarzı gerektiğini tartışmaya başladı. Soğuk Savaş yıllarında Sovyetlere karşı bir avantaj sağlamak isteyen ABD Savunma Bakanlığı, yapay zekâ araştırmalarına para aktarmaya başladı. Düşmanın dili olan Rusçadan İngilizceye otomatik çeviri yapacak sistemlerin geliştirilmesi için uğraşılan zaman ve paradan sonra, aslında projenin başarısız olduğu ortaya çıktı: Çeviri yapmanın sadece gramer bilgisiyle dönüşümlerden ve kelimelerin sözlükteki karşılıklarını bulmaktan ibaret olmadığı anlaşılmıştı. Böylece yapay zekâ uygulamaları bir süreliğine sekteye uğradı. Gerçek uygulamalarda göz dolduracak performansı gösteremeyen yapay zekâ, yapay sinir ağları modeliyle 21’inci yüzyılın başlarında uçuşa geçti. Yapılan konuşmaları metne dönüştürme, resimlerde farklı cisimleri ve yüzleri tanıma, dilden dile çeviri ve daha birçok alanda herkesi şaşırtan performanslarla gündelik yaşamı değiştirmeye başladı.
YAPAY ZEKÂ İNSANI GERİDE BIRACAK
11 Mayıs 1997 tarihinde, CNN’in flaş kodu ile geçtiği bir haberde, Deep Blue isimli bir yazılımın New York’ta düzenlenen altı oyunluk satranç yarışmasında, o dönemin en iyi satranç oyuncusu Garry Kasparov’u yendiği tüm dünyaya duyuruldu. Devam eden süreçte, yapay zekâ çalışmaları teknolojinin baş aktörü olarak her zaman ilk sırada yer almaya devam etti. Örneğin, İnternetin mucidi olarak gösterilen Tim Bernards, 2013 yılı başında Dünya Ekonomik Forumunda gençlere programlama eğitimi verilmesi gerektiğini savunurken, “kodlama bilen insanlar, hayal edebilecekleri her şeyi bilgisayarlara yaptırma yeteneğine sahiptir” diyordu. 2015’te ise Google Deep Mind şirketinden mühendisler, Nature dergisinde yayınlanan bir makalelerinde, kendi kendine öğrenen AlphaGo adında bir program geliştirdiklerini açıkladı. Ardından, 2016 yılı Mart ayında, AlphaGo ile Dünya Go Şampiyonu Lee Sedoi arasında beş oyunluk bir yarışma düzenlendi ve AlphaGo yarışmayı 4’e karşı 1 kazandı.
İLERİYİ GÖRMEK, GÜÇLÜ OLMAKTIR
Artık yapay zekâ çalışmaları inanılmaz bir noktaya geldi. Daha 1975’te geliştirilmeye başlanan AARON isimli bir çizim yazılımı, soyut resimlerle işe başladı ve üç boyutlu uzayda taşlar, bitkiler ve insanlar gibi objeleri konumlandırmayı öğrendi. AARON’un eserleri bugün dünyanın dört bir yanında birçok saygın müzede sergileniyor ve takdir toplamaya devam ediyor. EMI isimli yapay zekâ programı tarafından yapılan besteler ise dünyaca ünlü bestekârların eserleriyle karşılaştırıldığında çok zor bir şekilde ayrıştırılabiliyor. İnsan bilgisine başta bile hiç ihtiyaç duymadan, sadece oyunun hamle ve kazanma kuralları bilgisiyle donatılan AlphaGo, artık doğrudan kendi kendine oynayabiliyor. Başlarda yaptığı hamleler belki saçmaydı, ancak binlerce oyundan sonra kazanmaya götüren oyun tarzını keşfeden AlphaGo, sadece 40 günlük bir antrenmanla muhteşem bir oyuncu haline geldi.
Yapay zekâ ile sosyal medya üzerinden sadece 68 beğeninize bakarak ırkınızın yüzde 95, cinsel yöneliminizin yüzde 88, siyasi parti tercihinizin yüzde 85 doğrulukla tahmin edilebileceğini biliyor muydunuz?
Tüm bunları yapmayı başaran yapay zekânın kendi kendine öğrenebilmesi için çok miktarda veriye ihtiyaç duyuluyor. Bu sebeple, bize göre anlamsız olan her türlü veri önemli hale gelirken, günümüzde insanlığın kaydettiği bilgi miktarı baş döndürücü bir hızla artıyor. Bugün dünyada bir saatte üretilen dijital veri miktarı, yazılmış tüm kitaplardakilerden daha fazla boyuta ulaşmış durumda. Yeni bilgilerin neredeyse tümünü dijital ortamda, bilgisayarların okuyabileceği biçimde üretiyoruz. Yaptığımız alışverişler, Google aramalarımız, cebimizdeki telefonla saat kaçta konuştuğumuz, nereye kaç adım atarak gittiğimiz, İnternet sayfasını incelerken imleci ekranın neresinde kaç saniye tuttuğumuz, tüm sağlık bilgilerimizin hepsi kayıt altında.
Büyük düşünür Auguste Comte’ın dediği üzere, “Bilmek, ileriyi görmek; ileriyi görmek, güçlü olmaktır.” Son gelişmeleri, dünyanın gittiği yönü okumak zorundayız. Sanayiyi etkileyecek değişiklikleri, sanayinin içinden gelecek diye bekleyemeyiz. Artık iç içe geçen bu teknolojiler çok yakın zamanda bizleri de derinden etkiler hale gelecek. Bunun bilincinde olarak hareket etmek durumundayız. Bugünden gereken hazırlıkları yapmak, kendimizi ve şirketlerimizi hazırlamak durumundayız...