Ülke olarak dünyadaki bütün istatiksel ortalamaların ortasında yer alıyoruz ve uzun yıllardır da böyle gidiyoruz. Söz konusu bu duruma da vasatlık adı veriliyor. Sürekli bir biçimde moral-motivasyon adı altında kendimizi yine kendimizle mukayese ediyoruz. Meseleler karşısında böyle bir kültürümüz var ve daima suretle olumlu konuşmayı bir motivasyon olarak algılıyoruz.
Ülke olarak dünyadaki bütün istatiksel ortalamaların ortasında yer alıyoruz ve uzun yıllardır da böyle gidiyoruz. Söz konusu bu duruma da vasatlık adı veriliyor. Sürekli bir biçimde moral-motivasyon adı altında kendimizi yine kendimizle mukayese ediyoruz. Meseleler karşısında böyle bir kültürümüz var ve daima suretle olumlu konuşmayı bir motivasyon olarak algılıyoruz. Eleştirel, analitik ve mukayeseli bakmaktan çok ürküyoruz. Halbuki insanın kendi konumunu doğru bir şekilde belirlemesi ürkütücü bir şey değildir. Kaldı ki bu bakış açısı insanın hedeflerini doğru belirlemesi için en önemli unsurlardan da biridir. Makine sektörümüz bugün 15 milyar dolar civarında ihracat yapıyor. Almanya’da bu rakam 300 milyar dolar seviyesinde.
Çin’in yazdığı bir hikaye var. 1992 yılında Çin’in makine ihracatı 3 milyar dolar civarındayken 2004 yılında bu rakam 200 milyar doları aşıyor. Türkiye kişi başı 10 bin dolar milli gelir seviyesine geldi ve burada büyük bir duvarla karşı karşıya kaldı. Orta gelir tuzağı dediğimiz bu durumu son 60 yılda aşabilen iki ülke, Tayvan ve Güney Kore’dir. Odaklandıkları sektörler ise makine, elektronik ve yazılımdır. Bizim şu anda makine ihracat değerimiz kilogram başına altı dolar. Bunu 15 dolara çıkarmak istiyorsak yazılımı ve elektroniği geliştirmemiz gerekiyor. Bu çerçeveden bakınca dünya ülkeleri tarafından üretim araçlarını imal etmenin stratejik olarak değerlendirildiği görüyoruz.
Daha doğrusu “Teknolojiyi satın alarak üretim yapan ülke konumundan çıkıp, teknolojiyi üreten ülke konumuna nasıl gelinir?” sorusu, bütün hikayeyi özetliyor. Ve hikayeye böyle baktığınız zaman göreceksiniz ki makine sadece makine değildir. Biz makineyi konuşurken sadece makineleri değil; teknolojiyi, insan kaynağını ve eğitimi konuşuyoruz. İnovatif kabiliyetleri olan, araştırmacı, şüpheci, merak eden, nitelikli insan kabiliyetine sahip değilseniz Ar-Ge gerçekleştiremezsiniz. Dünyadaki rakiplerinizle aranızdaki farkı ölçüp kıyaslamadan nerede olduğunuzu doğruca belirleyemezsiniz. Türkiye bugün geldiği yere sadece ucuz işgücü avantajını kullanarak geldi. Sanayimizin yüzde 70’i orta düşük ve düşük teknolojide üretim yapıyor. Bu durumu değiştirmemiz, yeni bir hikaye yazmamız lazım. Dünyanın endüstri 4.0’ı konuştuğu bu dönemde Türkiye teknoloji tabanlı bir sektör oluşturmak zorunda. Bu teknolojinin de en fazla makine sektöründe olduğunu söyleyebiliriz. Dünya endüstriyel bir dönüşüm geçiriyor. Biz de kendisiyle yarışan bir ülke olmaktan çıkıp, bu dönüşümü gerçekleştirenlerle yarışmalıyız. Bunun için en hazır sektör de makine sektörüdür.