DİJİTAL KÜLTÜRLE BİRLİKTE DÖNÜŞÜMÜN YÖNÜ VE ÇEHRESİ DAHA DA DEĞİŞİYOR. HENÜZ YOLUN ÇOK BAŞINDA OLDUĞUMUZ BU SÜRECİN NEREYE KADAR UZANABİLECEĞİNİ İSE KİMSE TAM OLARAK KESTİREMİYOR. 2029 YILINDA İNSAN ZİHNİNİ ENTELEKTÜEL VE DUYGUSAL AÇIDAN TÜM İNCELİKLERİYLE TAKLİT EDEN BİR BEYİN SİMÜLASYONUNUN GERÇEKLEŞEBİLECEĞİ TAHMİN EDİLİRKEN, FÜTÜRİSTLER 2045 YILINA KADAR YAPAY SÜPER ZEKÂNIN ORTAYA ÇIKACAĞINI ÖNGÖRÜYOR.
Tarihin her safhasında dönüşümün başlangıcı olarak nitelendirilecek gelişmeler ortaya çıktı. Kuzey Tanzanya’da 2 milyon yıl öncesine ait taştan yapılmış kesme aleti insan yaşamında ne derece önemliyse, 400 bin yıl sonra insan elinden çıkan taş balta da aynı derece önemliydi. Başlangıçta 400 bin yılı bulan dönüşüm hızı bugün o derece hızlandı ki, aslında hepimiz takip etmekte zorlanıyoruz. Artık bilgisayarların hızının iki katına çıkması bir yıldan kısa bir süre alıyor. Bize bugün çok normal gelen bu dijitalleşme hızı hayatımızın tamamını, kültürümüzü etkiliyor. Dijital kültürle birlikte dönüşümün yönü ve çehresi daha da değişiyor. Henüz yolun çok başında olduğumuz bu sürecin nereye kadar uzanabileceğini ise kimse tam olarak kestiremiyor. Öyle ki, önümüzdeki 10 yılda bilgisayar çiplerindeki tekil tasarım elemanlarının boyutunun metrenin milyarda birine inmesi bekleniyor. Spor, iş dünyası ve siyasetle ilgili çevrim içi haberlerin yüzde 90’ının algoritmalar tarafından yazılmasını bekleyen fütüristler var. 2029 yılında insan zihnini entelektüel ve duygusal açıdan tüm incelikleriyle taklit eden bir beyin simülasyonunun gerçekleşebileceği tahmin edilirken, yine fütüristler 2045 yılına kadar yapay süper zekânın ortaya çıkacağını öngörüyor. 1989’da internetin bugünkü halini almasını sağlayan fikri ortaya atan Tim Bernard, 2013 yılı Ocak ayında Dünya Ekonomik Forumu’nda gençlere programlama eğitimi verilmesi gerektiğini savunurken, “Kodlama bilen insanlar, hayal edebilecekleri her şeyi bilgisayarlara yaptırma yeteneğine sahiptir.” diyordu. Ancak geçen 10 yılda dijitalleşme öyle bir noktaya geldi ki, dijital ekosistemin önümüzde 20 yılda kendi kendine düzenleme, ölçekleyebilme, doğal ekosistemlerden kendi kendine esinlenme ve dış dünya ile etkileşim kurabilme kapasitesine ulaşacağı bekleniyor. Örneğin, AARON adlı bir yapay zekâ programı başlangıçta sadece hafızasındaki bilgilerle soyut resimler çizerken, daha sonra üç boyutlu uzayda taşlar, bitkiler ve insanlar gibi objeleri konumlandırmayı öğrendi. Öyle ki, AARON eserleri dünyanın dört bir yanında birçok saygın müzede sergilendi ve takdir topladı. Yine, EMI isimli bir yapay zekâ programı tarafından yapılan besteler, dünyaca ünlü bestekârların eserleriyle karşılaştırıldığında çok zor bir şekilde ayrıştırılabiliyor. Özetle uzmanlar bir konuda hemfikirler: Bugün artık otonom dijital ekosisteme doğru gidiyoruz! Günümüzde dijital kültürde yetişen gençlerin kurmuş oldukları startup’ların dünyada hızlı büyüyen girişimler başlığı altında sınıflandırıldığını görüyoruz. Genel kabule göre “En az 10 çalışanla kurulan ve son üç yılda istihdam veya net satışlarında yıllık ortalama en az yüzde 20 artış sağlayan firmalar” hızlı büyüyen KOBİ olarak tanımlanıyor. Bu girişimlerin ortak özelliği yenilikçi gençler tarafından kurulmuş olmaları. Dijital kültür ortamında yetişen gençlerin yetenek ve kabiliyetlerini bu yönde geliştirmelerine imkân tanıyacak bir ekosistem, işte bu noktada devreye giriyor. Yeteneklere odaklanan, yetenekleri doğru yerde kullanan ekosistemin sonuçlarına ilişkin spesifik çalışmalara sıkça rastlayabiliyoruz. Örneğin, Harvard Business School Girişimcilik Kursunda öğrencilerle yapılan bir alıştırmada, gruplara ayrılan öğrencilere kendilerine verilen 5 doları istedikleri her türden kâr getirici girişimi yaratmak için başlangıç sermayesi olarak kullanabilecekleri söylenmiş ve bir haftanın sonunda her bir girişimden, sınıfın geri kalanına yapacakları sunumda kâr olarak ne kadar kazandıklarını açıklamaları istenmiş. Laura Huang tarafından Harvard Business Review’de kaleme alınan bu araştırma oldukça ilginç sonuçlar barındırıyor. Buna göre girişimleri iki gruba ayırmak mümkün: İlk gruptakiler, başlangıç sermayesi olarak oldukça düşük kabul edilebilecek 5 dolarla ne yapabileceklerine odaklanan girişimler ve bu gruptakiler makul kârlarla 5 dolarlarını oldukça iyi bir şekilde kullanmışlar; ikinci gruptakilerse en çok kâr elde edenlerden oluşuyor ki bunların diğerlerinden farkı 5 doları kullanmamış olmaları. 4.000 dolar gibi yüksek kârlar elde eden bu grup, elindeki kaynaklara tamamen farklı bir mercekten bakan ekiplerden oluşuyor. Peki, 5 doları görmezden gelen ve dolayısıyla kendilerini “kısıtlamadan bağımsız” gören bu ekipler ne tür girişimler yapmışlar? Öncelikle kendi yetenek ve kabiliyet setlerine odaklanarak, sermaye gereksinimi olmadan yapabilecekleri işleri belirlemişler. Bu şekilde karşılarına kısıtlama olarak konulan 5 dolarlık başlangıç sermayesine takılmadan yeteneklerine odaklanmışlar. Hiç kuşkusuz sermaye ve finansmana erişim günümüz dünyasında yadsınamaz bir gerçek ancak biraz önce verdiğim örnek, yeteneklerin de bir o kadar kritik önemi olduğunu bize söylüyor. Yeteneğin yaşla ve deneyimle olan ilgisini hepimiz biliyoruz. Zamanla ve deneyimle yeteneklerini geliştirmiş ancak bu yeteneğinden toplum olarak yeterince istifade edemediğimiz her bireyin ekonomik yaşama bir şekilde uyumlaştırılması, ekonomiye kazandırılması gerekiyor. Yaşı ne olursa olsun, hangi durumda bulunursa bulunsun yetenekli kişilerden istifade edilmesi, insan kaynaklarının verimli kullanılmasının birincil önceliği olmak durumunda. Hangi yaşta olursa olsun tüm bireylerin verimlilik temelinde insan kaynağı olarak görülmeye devam edilmesi gerekiyor. Buna güzel bir örnek, dünyaca ünlü Otello’dur. Otello, ünlü İtalyan besteci Giuseppe Verdi’nin bestelediği dört perdelik bir opera eseridir. Verdi, Otello’dan önceki son çalışmasını yaptıktan sonra emekli olduğunu kabul etmiş ve besteciliğe ara vermiş tir. Yaşı oldukça ilerlemiş olan Verdi yıllarca emekli olarak hiç beste yapmamış ve müziğe artık yapacak katkısı olamayacağını iddia etmiştir. Gelin görün ki yıllar sonra Shakespeare’in Otello oyununu için yaptığı opera bestesi, birçok kişi tarafından Verdi’nin en muhteşem eseri olarak kabul edilir. Verdi, Otello’yu bestelediğinde tam 71 yaşındaydı. O yüzden yeteneğin yaşı olmaz, yetenek kenarda bekleyemez, yaşamda olmak zorundadır; yaşamı güzelleştirmek ister, yalnızca kendi yaşamına değil başkalarının da yaşamına dokunmak ister. Bu bilinçle yaşamak, yönetmek ve yönetilmek hepimizin hem hakkı hem de ödevidir.